< 1 >
Onlar bütün hayatlarını Allah ve Resulünün yoluna adamışlardı, tek amaçları İslamın güzelliklerinin tüm dünyaya yayılmasıydı...
< 2 >
Aşere-i Mubeşşere
Onlar ki daha yaşarken cennetle müjdelendiler...
< 3 >
Ashab-ı Suffe
Onların bütün gayesi ilim öğrenmekti.Tek amaçları islam adına daha iyi şeyler yapabilmekti..
< 4 >
Hanım Sahabeler
Onların her hareketinden edep akıyordu...

HALİD BİN SAİD

Cahiliye döneminde Kurayşin en zenginlerinden daha sonrada islmaın tanınmış düşmanlarından bir adamın oğlu olan Halid – radiyallahu anh- ın Müslüman oluşuna, gördüğü korkulu rüyası sebep olmuştur.

BİLAL-İ HABEŞİ (radiyallahu anh)


Bilal-i Habeşi –radiyallahu anh-  . İslamiyet'i ilk kabul edenlerden ve bunu açıktan ilan eden ilk yedi kişiden biridir.

İslamın azılı düşmanlarından olan Ümeyye Bin Halefin kölesi idi. 12 kölesi içinde en çok onu severdi

Hz. Ebu Bekir

Hz. Ebubekir (ra) 571 Yılında Mekke’de doğdu. Babası Kureyş’in Teym boyundan Ebu Kuhafe Osman, Annesi ise Sahrin kızı Ümmü’l Hayr Selma’dır.Müslümanlıktan önceki ismi Abdül Kâbedir.

Ali Bin Ebu Talib

Resulullah'ın amcasının oğlu, damadı, dördüncü halife. Babası Ebû Talib, annesi Kureyş'ten Fâtıma binti Esed, dedesi Abdulmuttalib'tir. Künyesi Ebu'ı Hasan ve Ebû Tûrab (toprağın babası), lâkabı Haydar; ünvanı Emîru'l-Mü'minin'dir. Ayrıca 'Allah'ın Arslanı' ünvanıyla da anılır.

Aşere-i Mübeşşere

Aşere-i Mübeşşere daha hayattayken cennetle müjdelenen on sahabeye denir.
Bunlar:
  • Ebu Bekr-i Sıddık
  • Ömer Bin Hattab
  • Osman Bin Affan
  • Ali bin Ebu Talib
  • Talha Bin Ubeydullah
  • Zübeyr Bin Avvam
  • Abdurrahman Bin Avf
  • Sa'd Bin Ebi Vakkas
  • Ebu Übyde bin Cerrah
  • Sad bin Zeyd

Mus'ab Bin Ümeyr

Musab bin Ümeyr hem anne hem baba tarafından mekkenin soylu aileleri arasındaydı. Musab Mekkenin  en yakışıklı genciydi, ipek elbiseler giyinir ve güzel kokular sürerdi. Bir gün Peygamber efendimizin İslamı tebliğ ettiğini duyunca gidip Müslüman oldu fakat o zamanlar Müslümanlara  baskı oldukça fazlaydı bu yüzden Musab Müslüman olduğunu ailesinden gizlemek zorunda kalmıştı, fakat bir gün namaz kılarken Osman bin Talha onu görmüş ve ailesine onun Müslüman olduğunu söylemişti. Ailesi  Musabı hapsetmiş ve O yakışıklı ve zengin genç için zorlu günler başlamıştı  .Habeşistan'a hicret eden ilk kafileye katılıncaya kadar hapiste tutulan Hz. Mus'ab, hicret imkanı çıkınca  dinini daha rahat bir şekilde yaşayabilmek için Habeşistan'a hicret etti. Habeşistan dönüsünde Hz. Mus'ab'in durumu tamamen değişmiş ve bu nazlı delikanlının yerini, kalbi Islam ve imanla dolu iradesi güçlü kuvvetli,  genç almıştı. Annesi ondaki bu kararlılığı  görünce, üzerindeki baskısını hafifletmek zorunda kaldı. Bu sırada Akabe beyatı olmuş ve bir grup Medineli İslamı kabul etmişti. Ve kendilerine Dini öğretmesi ve diğerlerine  tebliğ etmesi için birini istiyorlardı ve Peygamberimizde Musab Bin Ümeyri görevlendirdi. Hz. Mus'ab onlara hem namaz kıldıracak, hem Kur'an öğretecek, hem de diğer insanlara islâm'ı anlatacaktı ve yeni kimseleri islâm'a davet edecekti.
Böylece Medine'ye ilk hicret eden sahabe Mus'ab b. Umeyr oluyordu. Medine'de ilk cuma namazını da Mus'ab b. Umeyr kıldırdığı kaynaklarda ifade edilir (Ibn Sa'd, a.g.e., III, 118).
Bir yıl sonra Mekke'ye, hac mevsiminde yanında yetmiş kişi ile gelen Mus'ab b. Umeyr, Hz. Peygamber (s.a.s)'e islâm'in Medine'deki hızlı yayılışının  müjdesini verirken şöyle demişti: "islâm'ın girmediği ve konuşulmadığı ev kalmadi." Basta Hz. Peygamber olmak üzere bütün müslümanlar bu habere çok sevindiler.
Hz. Peygamber (s.a.s)'in yanında iki ay kadar kalan Mus'ab b. Umeyr, Hicretten on iki gün önce Medine'ye vardi. Hz. Peygamber (s.a.s) onu Sa'd b. Ebî Vakkas (r.a) ve Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a) ile kardeş ilan etmişti (Ibn Sa'd a.g.e., III, 120).
Bedir savasinda muhacirlerin sancagi onun elindeydi. "Rasûlullah'ın bayraktarı" olarak ün yapmisti. Uhud savasinda da sancak yine onun elindeydi. Savaş esnasında müslümanların gerilediğini gören Mus'ab b. Umeyr, atını sağa sola doğru sürüyor ve yüksek sesle şu ayeti okuyordu: "Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce birçok peygamberler gelip geçmiştir" (Alu imrân, 3/144). Bu ayetin Uhud gününe kadar nazil olmadığı ve o gün giderildiği rivayeti, Hz. Mus'ab'in Allah katındaki değerini ifade eder (Ibn Sa'd, a.g.e., III,120,121). Uhud Gazvesinde islâm ordusunun sancağını taşıyan Mus'ab b. Umeyr'in önce sağ kolu kesildi. Hemen sancağı sol eline alarak savaşa devam etti. Fakat ardından sol eli de kesildi. Bu defa vücuduyla sancağa sımsıkı sarıldı ve yukarıdaki ayeti okumaya devam etti. Sonunda müşriklerin bir mızrak darbesiyle şehid oldu. Sancağı hemen Suveybit b. Sa'd ve Ebû'r-Rûm b. Umeyr adlı sahabeler aldilar.
Hz. Mus'ab şehid olarak yerde yatarken, günün sonlarına doğru, Hz. Peygamber (s.a.s) Mus'ab'ı elinde sancakla gördü ve "ileriye git ey Mus'ab!" diye emretti. Fakat o kisi geri dönerek "Ben Mus'ab değilim" deyince Hz. Peygamber onun Mus'ab kılığında savaşan Allah'ın meleklerinden biri olduğunu anladı (Ibn Sa'd, a.g.e., II, 121).
Uhud savaşında Ashab-i kiram'ın ileri gelenlerinden birçok kimse sehid oldu. Hz. Mus'ab b. Umeyr de şehidler arasındaydı. Hz. Peygamber (s.a.s)'in ne kadar üzüntülü olduğu yüzünden okunuyordu. Mus'ab'in mübarek na'şının başucunda oturarak, Uhud şehidleri hakkında nazil olduğu bildirilen su ayeti okudu: "Mü'minlerden öyle er kişiler vardır ki, Allah'a verdikleri sözde sadakat ettiler. Kimi adağını ödedi şehid oldu. Kimi de (şehid olmayi) bekliyor. Onlar verdikleri sözü asla değiştirmediler" (el-Ahzab 33/23). Sonra Hz. Peygamber diğer sahabelere, şehidlere yaklaşıp selam vermelerini söyledi ve verilen selamların şehidler tarafından alınacağını ifade etti (Ibn Sa'd, a.g.e., III, 121).
Hz. Mus'ab şehid edildiğinde kırk yaşlarında idi. Bir zamanlar zenginlik ve refah içinde yasayan bu değerli insani kefenleyecek bir örtü dahi bulunamamıştı. Hz. Peygamber, yanına geldiğinde Mus'ab b. Umeyr eski bir hırkanın içinde saçları dağılmış, vücudu ise kılıç ve mızrak darbeleriyle parçalanmış bir durumda yatıyordu. Hz. Peygamber üzüntülü bir halde şunlari söyledi: "Seni Mekke'de gördüğümde, senden daha güzel giyinen, senden daha yakışıklı kimse yoktu. şimdi ise, kefen olarak sarılmış hırkadan başın dışarıda kalıyor." Sonra onun için de bir kabir açtılar ve o mübarek sahabiyi de Uhud şehidleri arasında defnettiler

Ömer Bin Hattab

Hz. Ömer'in soyu, Peygamberimiz'in soyu ile sekizinci cedde birleşir. Babası Hattab, annesi ise Ebu Cehil'in (Amr b. Hişam) kız kardeşi Hanteme binti Hişam'dır.Künyesi Ebu Hafs'dır. En sahih rivayete göre hicretten kırk sene evvel doğmuştur.Hz. Ömer peygamberimizin ikinci halifesi ve aşere-i mübeşşere'den yani cennetle müjdelenen 10 kişiden biriydi.Hz. Ömer çok cesur, güreş yapmayı ve ata binmeyi severdi hatta eyere dokunmadan ata binerdi. Peygamberimiz bir gün gördü ki Hazreti Ömer ile Ebû Cehil bir yerde oturmuşlar, gizli gizli bir şeyler konuşuyorlardı. O gece Resûlullah “Yâ Rabbî bu İslâm Dinini Ömer ile yahut Ebû Cehil ile kuvvetlendir” diyerek duâ etti. Peygamberimizin duâsı üzerine Hazreti Ömer müslüman olmakla şereflendi.İslamın  altıncı yılında,  Hazret-i Hamza îmâna gelince, müslümanlar çok kuvvetlendi. Bu iş Kureyş kâfirlerine güç geldi. İleri gelenleri toplandılar ve bir çare aramaya başladılar (!) .Her biri birşey söyledi. Ebû Cehil (Muhammed’i öldürmekten başka çâre yoktur. Bunu yapana şu kadar deve, bu kadar da altın veririm) dedi. Ömer bin Hâttâb yerinden fırladı. (Bu işi, Hâttâb oğlundan başka yapacak yoktur) dedi. Onu alkışladılar. (Haydi Hâttâb oğlu! Görelim seni) dediler. Kılınını çekerek yola düştü. Nu’aym bin Abdullah’a rastladı. Bu şiddet, bu hiddetle nereye yâ Ömer? dedi. O da Millet arasına ikilik sokan, kardeşi kardeşe düşman eden Muhammed’i öldürmeğe gidiyorum dedi. Ya Ömer! Güç bir işe gidiyorsun. O’nun Eshâb’ı çevresinde, pervane gibi dolaşıyor. O’na birşey olmasın diye titreşiyorlar. O’na yaklaşmak çok zordur. O’nu öldürsen bile Abdulmuttaliboğullarının elinden yakanı nasıl kurtarabilirsin? dedi. O’nun bu sözlerine çok kızdı. Yoksa, sende mi onlardan oldun? Önce senin işini bitireyim diye, kılınca sarıldı. Yâ Ömer! Beni bırak! Kardeşin Fâtıma ile, zevci Sa’îd bin Zeyde git , ikisi de müslüman oldu, dedi.Kardeşini merak edip hemen evlerine gitti. O anlarda (Tâhâ) sûresi yeni gelmiş, Sa’îd ile Fâtıma, bunu yazdırıp, Habbâb bin Eret adındaki sahâbîyi evlerine getirmiş, okuyorlardı. Ömer bin Hâttâb, kapıdan bunların sesini duydu.Kapıyı çok sert çaldı. O’nu, kılıç belinde, kızgın görünce, yazıyı sakladılar. Habbâb’ı gizlediler. Sonra kapıyı açtılar. İçeri girince Ne okuyordunuz? dedi. Birşey yok dediler. Kızması artarak, işittiğim doğru imiş, siz de O’nun sihrine aldanmışsınız, dedi. Sa’îd’i yakasından tutup, yere atdı. Fâtıma kurtarayım derken, onun yüzüne de öfkeli bir tokat indirdi. Yüzünden kan akmaya başladığını görünce, kardeşine acıdı. Fâtıma’nın canı yandı. Kana boyandı ise de, îmân kuvveti, kendisini harekete getirip, Allahü teâlâya sığınarak, Yâ Ömer! Niçin Allah’dan utanmazsın? Âyetler ve mu’cizeler ile gönderdiği Peygambere inanmazsın? işte ben ve zevcim, müslüman olmakla şereflendik. Başımızı kessen, bundan dönmeyiz) dedi ve kelime-i şehâdeti okudu. Hazreti Ömer, yere oturdu. Yumuşak sesle, Hele şu okuduğunuz kitabı çıkarınız dedi. Fâtıma, “Sen abdest veya gusül abdesti almadıkça onu sana vermem” dedi. Hazreti Ömer abdest aldı. Ondan sonra . Ondan sonra Kur’an sahifesini Fâtıma getirdi. O’na verdi. Hazreti Ömer, güzel okuma bilirdi. Tâhâ sûresini okumağa başladı. Kur’ân-ı kerîmin fesahati, belagatı, mânâları ve üstünlükleri kalbini çok yumuşattı. (Göklerde ve yer yüzünde ve bunların arasında ve toprağın altındaki şeyler hep O’nundur âyetini okuyunca, derin derin düşünceye daldı. Yâ Fâtıma! Bu bitmez tükenmez varlıklar, hep sizin tapdığınız Allahın mıdır? dedi. Kardeşi Evet, öyle ya! Şüphe mi var? dedi. Yâ Fâtıma! Bizim binbeşyüz kadar altundan, gümüşten, tunçdan, taşdan oymalı, süslü heykellerimiz var. Hiçbirinin, yeryüzünde bir şeyi yok! diyerek, şaşkınlığı arttı. Biraz daha okudu. O’ndan başkasına, tapılmaz, bel bağlanmaz. Herşey, ancak O’ndan beklenir. En güzel isimler O’nundur âyetini düşündü. Hakîkaten, ne kadar doğru dedi. Habbâb bu sözü işitince, yerinden fırladı. Tekbîr getirdikten sonra, Müjde yâ Ömer! Resûlullah Allahü teâlâya duâ ederek, Yâ Rabbi! Bu dinî, Ebû Cehil ile yâhud Ömer ile kuvvetlendir buyurdu. İşte bu devlet, bu se’âdet sana nasip oldu dedi. Bu âyet-i kerîme ve bu duâ, Ömerin kalbindeki düşmanlığı sildi, süpürdü. Hemen, Resûlullah nerede? dedi. Kalbi, Resûlullahın sevgisi ile yanmağa başladı. O gün, Resûl-i ekrem  Safa tepesi yanında, Erkam’ın evinde Eshâbına nasîhat veriyordu. Eshâb-ı kiram toplanmış, onun nurlu cemâlini görmekle, tatlı tesirli sözlerini işitmekle kalblerini cilalıyor, rûhlarını ferahlatıyorlardı. Sonsuz lezzet, zevk ve neşe içinde halden hale dönüyorlardı. Hazreti Ömer’i buraya getirdiler. O’nun kılıçla geldiği görüldü. Heybetli, kuvvetli olduğundan, Eshâb-ı kiram, Resûlullahın etrâfını sardı. Hazret-i Hamza (Ömer’den çekinecek ne var, iyilik ile geldi ise, hoş geldi. Yoksa o kılıncını çekmeden ben onun başını yere düşürürüm) derken, Resûlullah Yol verin, içeri gelsin! buyurdu. Biri sağında, biri solunda, ötekiler tetikte olarak içeri girdi. Cebrâil daha önce Hazreti Ömer’in îmân ettiğini, yolda olduğunu haber vermişti. Resûlullah, Hazreti Ömer’i tebessüm buyurarak karşıladı ve Bırakınız, yanından ayrılınız buyurdu. Bırakdılar, Resûlullahın önünde diz çökdü.Resûlullah Hazreti Ömer’i kolundan tutup Îmâna gel yâ Ömer! buyurdu. O da temiz kalb ile kelime-i şehâdeti söyledi. Eshâb-ı kiram, sevinçlerinden yüksek sesle tekbir getirdi. O zamana kadar gizli îmâna gelirlerdi. Hazreti Hamza’nın ve üç gün onra Hazreti Ömer’in müslüman olması ile, müslümanlar daha da kuvvetlendi




Copyright @ 2013 Sahabe Hayatları.